8 Ocak 2014 Çarşamba

Beyoğlu'nda gezersin gözlerini süzersin

Beyoğlu'nda gezen ben değilim. Yani çok severim, zaman zaman da gezerim ama bu sefer gezen Başkomiser Nevzat.

Evet, Beyoğlu'nun En Güzel Abisi.

Çok keyifle okudum kitabı, hatta o kadar ki çabucak bitmesin diye kendime günlük sayfa sınırı koydum, ancak maalesef kaçınılmaz sondan kaçamadım. Kitap bitti.

Zaten polisiyeyi çok severim, hele güzel yazılmış polisiyeye bayılırım. Hele o güzel yazılmış polisiye bildiğim mekanlarda geçiyorsa ağzımın suyu akar.

Ahmet Ümit'in yeni romanı çıktı diye gazetede okur okumaz ilk siparişime koydum kitabı. Kapak dizaynı da o kadar albenili ki, "oku beni, oku beni" diye haykırıyor adeta.



Kitabın konusunu yılbaşı gecesi Beyoğlu'nun arka sokaklarında işlenen bir cinayet oluşturuyor. Başkomiserimiz bir yandan cinayeti çözmeye çalışırken bir yandan 6-7 Eylül olaylarını değinip Tarlabaşı'nın kentsel dönüşüm adı altında peşkeş çekilmesine içerleniyor, Gezi protestolarında hayatını yitiren fidanlara saygı duruşunda bulunuyor.

Çok çok severek okudum, tadı damağımda kaldı.

Sonra hemen internette bir araştırma yaptım, bakalım başka okuyucular ne düşünmüş diye. Klasik olarak beğenenler olduğu kadar beğenmeyenler de var, çok normal. Katıldığım eleştirilere de denk geldim katılmadıklarıma da. Ancak bir konudaki eleştirileri haksız buldum.

Neymiş efendim Gezi protestoları, 6-7 eylül olayları, azınlıklar, kentsel dönüşüm, iç göç, bürokrasinin kokuşmuşluğu, uyuşturucu ticareti, pavyonlar her şeyden bahsetmiş yazar, muhalif olup siyaset yapmak için hangi konuyu bulduysa koymuş mealinde eleştirilere rastladım.

Evet yukarıdaki konuların hepsi ve daha fazlası yer alıyor kitapta. Ama sorarım size Tarlabaşı'nda geçen bir hikayede yukarıda saydıklarımdan hangisi abartı, zorlama, fazladır ki. Üstelik bahsedilen konuların hiç biri hikayede eğreti durmamış.

Bir de Gezi protestolarından kitapta bahsedilmesinden rahatsız olan bir güruh var, bu şekilde rant sağlamaya prim yapmaya çalışmakla suçluyorlar yazarı.

Aklı başında hiç kimse bir romanı "aman da Gezi'den bahsediyormuş" diye okumaz herhalde, aklı başında olmayanların da kitap okuduğundan şüpheliyim zaten. Belki bu konuya yer verdiği için sempati duyup bu kitabı okuyacaklar vardır, olsun, ne sakıncası var?

Üstelik toplumsal hafızamız bu kadar zayıfken bu tip romanlar böyle önemli olayların hiç bir zaman unutulmamasını sağlamayacak mı? Yıllar sonra birinin bu kitabı okuyup da Gezi protestolarında yaralanan, sakatlanan, hayatını kaybeden insanların varlığından haberdar olması kötü bir şey mi? Başka nereden öğrenecekler, tarih kitaplarından mı?

Üstelik yıllar geçmesine de gerek yok.  Bizler sosyal medya sayesinde olan biten her şeyden haberdar olabildik belki ama tüm olaylar sırasında medyanın malum tutumundan dolayı gizlenmiş, saklanmış gerçeklerin bir roman aracılığıyla dahi olsa dile getirilmesi ve okuyucuda "dur bakalım neler olmuş, biraz araştırayım bu konuyu" hissiyatı yaratması neden kötü olsun ki?

İşte bunlardan dolayı bu eleştirileri getirenlerden hiç hoşlanmadım.

Hikayeye dönecek olursak kurgu başarılı olmasına rağmen daha kitabın ortasına gelmeden katili tahmin ettim, ve sonunda da tahminim doğru çıktı. Bu da benim bunca yıllık polisiye kitap okuma, dizi izleme mesailerimle geliştirdiğim yeteneğim işte. Kurgu cinayetlerde katili şıp diye teşhis edebiliyorum.

Kitabı henüz okumamış ve sonuyla ilgili bilgi almak istemeyenler okumayı burada bıraksın. Zira bundan sonrasında yazdıklarım hikayeyi açığa çıkaran unsurlar içeriyor ve bir sürprizi açığa çıkarıyor.

Kurgu cinayetlerde katil her zaman cinayet işlemek için görünürde hiç bir sebebi olmayan kişi çıkar. Tabii ki de okuyucuyu şaşırtmak için. Ama aslında bu kişinin hep bilinmeyen, gizli bir hikayesi vardır. Bu hikaye de cinayet sebebinin ta kendisidir ve ortaya çıkmasıyla düğüm bir anda çözülür.

Bunu da kötü bir şey diye yazmıyorum, aksi olsa çok sıkıcı olur. Zaten beni meraklandıran da o hikayenin ne olduğunu tahmin etmek oluyor. O bölüme gelene kadar ben de sürekli kafamdan şüpheli şahısla ilgili hikayeler yazıyorum, acaba yazar nasıl bağlayacak diye tahminlerde bulunuyorum.

İşte benim için iyi bir cinayet romanı da, yazarın şüpheli şahsın hikayesini kurgu cinayete ne kadar inandırıcı bağlayabildiğine göre belirleniyor, katilin ne kadar sürpriz bir kişi olduğuna göre değil.

Bu kitapta da katil kolayca tahmin edilebiliyor, nedenini de az çok çıkartabiliyorsunuz ama son bölüme gelene kadar cinayeti nasıl işlediğini anlamak mümkün değil, ben anlayamadım yani.

Beğenmediğim de iki konu oldu. Engin'in katili bulunuyor ancak Titiz Tarık'ın kim tarafından neden tutulduğu kısmı havada kalmış, bir sonuca bağlanamamış gibi geldi bana. Ki tüm kitap boyunca bu iki olay hep bir arada ele alınıyor.

Bir de yazar kendini hikayenin bir kahramanı olarak romanın içine yerleştirmiş. Kendisinden bahsettiği bu bölümler okurken en keyif almadığım kısımlar oldu, olmasa da olurmuş, hatta daha iyi olurmuş.

Ancak son tahlilde ben bu kitabı çok beğendim, böyle bir polisiye romanı ayıla bayıla yazmam beni çok sığ bir insan mı yaptı bilemedim şimdi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder