8 Aralık 2013 Pazar

Viyana günleri vol 1

Daha önce de bahsettiğim gibi 30 Kasım-4 Aralık tarihlerinde Viyana 'da idim. Son iki gün iş nedeniyle katılmam gereken bir organizasyon vardı ama ilk 3 gün bana aitti ve bol bol gezdim. İlk izlenimlerimi daha önceden yazmıştım, okumak isterseniz buraya bir tık. İşte maceralarım.

Cumartesi günü saat 10:30 civarı Viyana'ya indim. İbis Otel'de rezervasyon yaptırmıştım, Viyana'da 3 tane İbis var, ben Mariahilf olanına rezervasyon yaptırdım. Çok da memnun kaldım, zira çok merkezi bir lokasyonda idi.

Otelin tam önünde tramvay durağı vardı, havaalanı otobüs seferlerinin yapıldığı otobüs durağı ile U3 metro hattı durağının yer aldığı Westbahnhof istasyonuna 5 dakika yürüme mesafesinde idi.

Bunun dışında otel klasik İbis konseptinde, temiz, hesaplı, güvenilir ancak odada sıfır lüks. "Otelde vakit geçirmeye mi gidiyorum, masraflı olmasın, ulaşım rahat olsun" diyenlere kesinlikle tavsiye ederim.

Saat 12'ye gelirken otele vardım. Gerçi gitmeden önce otele mail atıp erken check-in mümkün olabilir mi diye sormuş ve olumsuz yanıt almıştım ama yine de bir ümit resepsiyona gittim. Yanıt aynı, bir gün önce tam kapasite dolu olduğundan o anda oda veremeyeceklerini söylediler, ben de emanete çantamı bıraktım, kaydımı yaptırdım ve kendimi buzzzz gibi Viyana sokaklarına attım.

İlk günkü hedefim Schönbrunn Sarayı ve Hundertwasser idi. Resepsiyondan saraya yürüyerek gitmek için tarif ve bir harita aldım. Resepsiyondaki kız yürüyerek gidecek olmama biraz şaşırsa da çok yardımsever bir şekilde harita üzerinde rotamı gösterdi.

Biraz çevreyi tanımak için özellikle yürüyerek gitmek istedim, netekim akşam bu planımın faydasını gördüm, ona da değineceğim. Yaklaşık yarım saatlik bir yürüyüşten sonra saraya vardım.

Sarayla ilgili bilgiyi internette her yerde bulabilirsiniz, o detaylara girmeyeceğim. Sadece Habsburg Hanedanı'nın yazlık sarayı olduğunu söyleyeyim. İki çeşit bilet satılıyor, ben daha kısa olan turu seçtim ki o bile yaklaşık 2 saat sürdü.

Her sarayda görebileceğiniz klasik şatafat, görkem vs burada da var. Saray odaları turu bittikten sonra bahçeye çıktım. Burada bir hayvanat bahçesi de vardı ama benim pek ilgimi çekmediği için girmedim. Saray bahçesinde bir labirent olduğunu okumuştum, oraya girmek istiyordum lakin o da mevsim nedeniyle kapalıydı. Bu labirent ve bahçenin bazı kısımları kasım - mart arasında ziyarete kapalı oluyormuş haberiniz olsun. Bir de gezdiğim tüm saray ve müzeler içinde audio guide'da Türkçe seçeneği bir tek burada vardı.

Neyse labirente giremeyince ben de sarayın karşısındaki tepeye tırmandım, buraya Gloriette diyorlar. Gloriette adı binanın şeklinden geliyor, öğrendiğime göre çevresine göre yüksekçe bir bahçe içinde yanları genellikle açık binalara Gloriette denirmiş.

Ben de tepeye çıktım ve aşağıdaki fotoyu çekerken bir yandan da içimden "Viyanaaaa, seni yenmeye geldim" diye haykırdım. Yaaaa valla Viyana'ya gidince Türklük damarım kabardı, atalarımızın yarım bıraktığı işleri tamamlama hırsıyla doldum.

Gloriette'ten Viyana manzarası, aşağıda görülen de saray
Yukarıda yer alan kafede ilk melange'ımı içip apfelstrudel'imi yedim. Maalesef strudel'i beğenmedim. Vanilya soslu diyordu, resmen vanilya çorbasının içinde yüzen bir şey geldi, ama kendi kendime dedim ki ön yargılı olma, strudel'e bir şans daha ver, iyi ki de öyle demişim, güzel strudel gerçekten enfesmiş, ona da değineceğim.

Yukarı çıkarken sarayın bahçesinde stantlar görmüş ve uğramaya karar vermiştim. Yarım saat kadar stantlarda takılıp sonra da Hundertwasser'e gitmek niyetiyle aşağıya inmeye başladım. Aaaa aşağıya bir indim ki o stantlar christmas marketlermiş. Bir sürü incik boncuk, hediyelik, yeme, içme... Bir de konser var. Ortama bayıldım, klasik müzik konseri bitti peşinden caz konseri başladı, ben ay burada ne var, şu neymiş diye oradan ayrılamadım. Bir  de hava kararıp da süslenmiş çam ağacı, ışıklar falan çok hoşuma gidince iki saat kadar kaldım sarayın bahçesinde. Hundertwasser planı yalan oldu. Stantlardan yemeğimi yiyip sıcak şarapla ısındım, güzel müzikler dinledim.


Saat 5 gibi çıktım saraydan, hemen yakındaki metro istasyonuna gidip 72 saatlik metro bileti aldım ve ver elini Stephansplatz. Burası da meşhur katedral Stephansdom'un olduğu meydan. Katedral yine klasik, saraylardan bile daha görkemli, çok yüksek bir binaydı. İçeri girip biraz bakındım, ama dua başlayacağı için çok ileri gidilmesine izin verilmiyordu. Ben de dışarı çıktım, katedralin yanında kurulmuş olan christmas market'te ekmek içinde gulaş çorbası içip ısındıktan sonra yine sokaklarda dolaşmaya başladım. Viyana'nın alışveriş caddeleri denen Karntner ve Graben caddelerinde yürüyüp yeterince üşüdükten sonra otele dönmeye karar verdim.

Bu arada Viyana'nın 17. yy'da ortaya çıkan büyük veba salgınından kurtulması anısına dikilen Veba Anıtı da Graben Caddesi'nde yer alıyor, onu da görmüş oldum ama sonraki günlerde de bu anıtı görmek için bol bol vaktim oldu çünkü buralara sık sık geldim.

Tam otele dönmek üzere metro istasyonuna yöneldiğim sırada metro istasyonunun önünde kurulmuş bir stanttan müzik yayını yapılmaya başlanmış ve bir açık hava partisi yapılacağı anons ediliyordu. Fakat ben o kadar üşümüştüm ki otelde kendi partimi yapmak daha cazip geldi.

Otele giderken biraz su ve meyve almak istedim, ancak fark ettim ki Viyana'da hayat 18:00'da bitiyor, açık bir dükkan imkansız. Gündüz saraya yürüyerek giderken geçtiğim güzergahta bir çok Türk market görmüştüm. Dedim ki bu saatte çalışsa çalışsa Türkler çalışır, ben gündüz yürüdüğüm caddeye bir bakayım.

Bingo! Doğru tahmin, Türk marketleri açıktı. Kasadaki adam başka bir adamla Türkçe konuşuyordu, ben de Türkçe olarak su sordum. Adam şaşkınlıktan zıpladı neredeyse "aaaa Türkçe biliyorsunuz" dedi bana. "Yahu" dedim "siz ikiniz deminden beri Türkçe konuşuyorsunuz, ben şaşırmıyorum, ben konuşunca siz şaşırdınız, ne iş" dedim. Biraz sohbet ettik, Viyana'daki Türkler hakkında detaylı bir rapor aldım kendisinden, sonra alışverişimi yapıp çıktım. Hemen yanındaki kebapçıda da FB-BJK maçı yayınlanıyordu, skora bir göz atıp otele yollandım.

Şimdi böyle hızlıca yazdım ama günü şöyle özetleyebilirim: saat 12'den akşam yaklaşık 9'a kadar sürekli ayakta veya yürüme halinde, 2-3 saat dışında hep açık havadaydım. Otele döndüğümde yorgun ve ziyadesiyle üşümüştüm.

Ama bu beni durdurabilir miydi? Tabii ki hayır. Ertesi günkü programım da en az bu kadar yoğundu. Bir sonraki gün görüşmek üzere.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder